13 Mayıs 2017 Cumartesi

DUYGU DÜZENLEME

Bu çalışma Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde gerçekleştirilen Klinik Psikoloji Yüksek Lisans tez çalışmasıdır. Çalışmayı Yrd. Doç. Dr. Burak Doğruyol danışmanlığında Psk. Melisa Sevi Koç yürütmektedir. Çalışmanın amacı 18-65 yaş arası bireylerin duygu düzenleme stratejilerini ve bu stratejilerin farklı kavramlarla ilişkisini incelemektir
ANKET

22 Nisan 2017 Cumartesi

Efsanevi Yaratıklar -1 AMMİT

Ammit, (diğer söylenişleri: Ammut, Ammet, Amam, Amemet ve Ahemait), Mısır mitolojisinde ölülerin kalbiyle beslenen suaygırı, timsah ve aslanın melezi olan bir canavardır.[1]
Eski Mısırlılara göre ölümden sonra ruh, ağızdan bir kuş şeklinde çıkardı. Bunun için "Tanrı Anubis, elindeki aletle ölünün ağzını açar, bu sayede ölünün ruhu rahatça gidip gelirdi." Yine öteki dünyanın kapılarını da Tanrı Anubis açardı. Batıda olduğu düşünülen ölüler ülkesinin kapılarında Tanrı Amente bekler, "yeni gelenleri kapıda karşılardı." 
Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.[2]
i
inanışa göre insanlar ölünce, ruhları Duat'ta (Mısır mitelojisinde yer altı dünyası, Araf) yargılanırdı. Bu yargılama, Hakikat'i temsil eden bir tüy yardımıyla yapılır.[3] ölünün ruhu Duat'taki bir mahkeme salonuna Anubis (mumyalama tanrısı) tarafından götürülür ve ölünün kalbi, ki kalbin kişinin ahlaki durumunun kayıdı olduğuna inanılırdı. Osiris tarafından yapılan bu mahkemede, ölünün ruhu temiz ise; Ammit, ölüye dokunamaz. Ruh,, Osiris tarafından Aaru'ya götürülür; ama Maat'ın hakikat ve adaleti temsil eden[3] devekuşu tüyü, ölünün kalbinden daha hafif ise Ammit, ölünün ruhu / kalbiyle beslenir, [4] ve ruh, Duat'ta (Araf'ta) kalmaya mahkum edilir; kişi, ikinci kez ölürdü.

Kaynaklar

[1] tr.wikipedia.org/wiki/Ammit
{2] http://gizliilimler.tr.gg/Eski-Mısır-h-da--Oe-l.ue.m-ve--Oe-l.ue.m-Gelenekleri.htm
[3] www.siberneturk.com/showthread.php?p=89647
[4] blog.milliyet.com.tr/Print.aspx?BlogNo=98811
[5] en.wikipedia.org/wiki/Ammit
[6] www.ancientegyptonline.co.uk/ammit.html

Edwin Smith Papirüsü

Edwin Smith Papirüsü

1862'de Edwin Smith tarafından Teb şehrinde bulunan cerrahi papirüs, bilinen tıbbî dokümanların en eskisidir. M.Ö.2000 yıllarına aittir. Papirüste baştan ayağa sıra ile 40 kadar cerrâhî hastalık tedavisi ile bazı anatomik bilgiler verilir. Travmatizmalar, bu papirüste çok güzel anlatılmıştır. Mesela dudak yaralanmaları, evvela taze et tatbikinden sonra sütürle tedavi edilmektedir. Alt çene lüksasyonunda redüksiyon tekniği ise çok mükemmel olarak târif edilmiştir. Zaten bu teknik o devirden beri hiç değişmemiştir:

Bir alt çene çıkığı ile ilgili tavsiyeler. Eğer ağzı açık kalmış ve kapatamayan bir şahsı tedavi etmen gerekiyorsa, başparmaklarınla alt çeneyi içeriden, diğer parmaklarınla da dışarıdan kavrarsın. Çeneyi aşağıya çekerek geriye doğru it. Böylece yerine oturmuş olur.

Metinde bulunan 48 vakanın 27'si, başla ilgilidir. 3 vaka çeneler, 2 vaka alt çene ve bir vaka ise üst dudakla ilgilidir. Her vakanın adı, muayenesi, tanısı, tedavisi (mümkün, muhtemel veya imkansız şeklinde) üçe ayrılmış ve tedavisi sırasıyla verilmiştir.

15. vaka: Üst çenesinde ve yanağında perforasyonu olan birisini tedavi edebilirim.

Tedavi: "Inru" ile sararım (Inru, bugün bilinmeyen bir mineraldir) sonra, yağ ve bal ile iyileşinceye kadar her gün pansuman yaparım.

25. vaka: Sarkık bir alt çene (burada günümüzde de uygulanan alt çene çıkığının tedavisi açıklanmaktadır).

"Alt çenesi sarkık bir kimseyi muayene edersen, ağzının açık olduğunu ve kapatamadığını görürsün." denir ve yukarıda verilen tedavi anlatılır.

Dil hastalıklarını gidermek için, ağız sütle çalkalanır ve tükürülür. Başka reçete de hasta dili iyileştirmek için sığıryağı, inek sütü ve taze ekmekle gargara tavsiye edilir.

Hasta dişleri tespit etmek için, ammi tozu, Nübiya toprağı ve bal karışımının dişeti arasına doldurulması tavsiye edilmektedir [1]
Edwin Smith papirüsü şüphesiz ki eski Nil vadisinde tıp konusundaki en önemli dokümanlardan biridir. Smith, metnin ne konuda olduğunu hemen anlamış ve daha sonra da detaylı olarak tercüme etmiştir. 1906 yılında ölümünden sonra, kızı papirüsü tamamıyla New York Tarih Cemiyetine bağışlamıştır. Papirüs halen New York Bilimler Akademisi koleksiyonundadır.
James Henry Breasted, 1930 yılında papirüsü tıpkıbasım, suret, İngilizce tercüme, yorumlama ve takdim şeklinde yayımlamıştır. Breasted'in tercümesi türü içinde bu güne kadar yapılmış tek tercümedir.

Papirüs, 187. paragrafa kadar, tıbbî rahatsızlıkları tedâvi edici reçeteleri listeleyen, nispeten standart bir form takip eder. 118-207 arası paragraflar,"mide kitabı"nı içerir.
208-241 arası paragraflarda kalp konusunda bilimsel incelemeler yer alır. 242-247 arası paragraflar, çeşitli tanrılar tarafından bizzat yapılmış ve uygulanmış olduğuna inanılan ilaçları içerir.
Takip eden bölüm, baş (beyin) hastalıkları ile devam eder ve 250. paragraf, migren tedavisiyle ilgili meşhur bir metinle devam eder.
251. paragrafta, bir hastalıktan ziyade bir ilaç üzerinde durulmaktadır.
261-283 arası paragraflar idrar akışı ile ilgilidir. Bunu, "kalbi besleyen" ilaçlar bölümü takip eder.
305-335 arası paragraflarda genew hastalığı ve çeşitli tip öksürükler için ilaçlar bulunmaktadır. [2]
M.Ö. 2000 yıllarına ait papirüslerinde kalp, bütün organların merkezi olarak kabul ediliyordu. Mısırlılarca, sinir sisteminin yaşamsal önemi ve işlevi bilinmemekle birlikte, yazılı tarihsel kayıtlarda geçen en eski “Beyin” ifadesi M.Ö. 1300'lerdeki “Edwin Smith Papirüsü”nde geçer. Bu kayıtta beyin kelimesi sekiz kez geçer ve kafa kemiğinde kırık olan iki hastanın tanısı, klinik seyri, tedavisinden bahsedilir. M.Ö. 600'larda, bütün vücut kanalları ve damarlarının kalbe bağlı olduğuna inanılıyordu. Bu doğruydu; ancak, yanlış bir çıkarım olarak, kalbi bütün düşüncelerin merkezi olarak kabul etmişlerdi. Kişinin yapıp ettiklerinin kayıtlı olduğu kalp bu nedenle tüy ile karşılıklı teraziye konuyordu. Edwin Smith Papirüsü'nde şöyle yazar: “Eğer boyun incinmesi almış bir kişiyi muayene ederseniz... ve her iki kol ve ayağında hissin kaybolduğunu, bunları hareket ettiremediğini ve onun idrarını tutamadığını tespit ederseniz... Bu bir boyun omurgasının yer değiştirmesinin neden olduğu omurilik kesilmesinden dolayıdır. Bu tedavi edilemeyen bir durumdur...” [3]

The Edwin Smith Surgical Papyrus (English Language)

Kaynaklar

[1] Quin quenouille: La bouche et les dents dans l'antiquite Egyptienne (These), Lyon, 1975.
[2] www.odevarsivi.com/dosya.asp?islem=gor&dosya_no=112680
[3] "Edwin Smith Surgical Papyrus", Case 31. Thebes, c. 1550 BC. Breasted, J. H. (ed.) The Edwin Smith Surgical Papyrus.The University of Chicago Press, 1930
[4] "The Edwin Smith Surgical Papyrus", www.touregypt.net/edwinsmithsurgical.htm

Kraliçe Nefertiti

Kraliçe Nefertiti


Nefertiti (M.Ö. 14. yüzyıl), Mısır kraliçesi ( M.Ö. 1379-1362), Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankhamun'un kayınvalidesidir. [1] Eski Mısır tarihine ait bütün kitaplar, onun dillere destan güzelliğinden bahseder. [2] Adının kelime anlamı; "güzellik geliyor""güzel olan" ya da "güzelden gelen" anlamlarına [1] çevrilmişse de, yine de bu konuda hiç bir soru olmadığı anlamına gelmez. Nefertiti'nin güzelliğini bugünkü süper model ölçüleriyle karşılaştırırsak, o bir kraliyet güzeliydi diyebiliriz.[3] Kimi kaynaklarda Nefertiti'nin asıl adı Tadukhepa'dır. Daha sonra ünlü güzelliğinden dolayı Nefertiti ismiyle anılmaya başlandı. [2]


Kraliçe Nefertiti'nin nerden geldiği ve kökeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar; onun, Mısır dışından asil bir aileden geldiğini ileri sürüyorlar. Özellikle çekik gözlerinden dolayı Asya kökenli olduğunu düşünen çok sayıda araştırmacı da mevcut. [1/2]

Nefertiti, yasadığı dönemin en güçlü kadınlarından biriydi. Özellikle de Mısır'da. Çünkü Nefertiti, kocası Akhenaton yani firavunla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durumdan halk ve din adamları hiç memnun değildi; çünkü bu Mısır'da alışkın olunan bir uygulama değildi. Tahtta çok uzun süre kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Akhenaton, saraya yayılan salgın bir hastalıktan (!) öldü. Nefertiti de bir süre tahtta kaldı ve öldü.
Üst tarafta bulunan büst, en çok kopyalanmış bulunan Eski Mısır eseridir. Bu büst onun atölyesinde bulunmuştu.[1] Dünyanın en eski ve aşılamayan değerdeki şaheseri olan Nefertiti büstü hem tarihi değeri hem de taşıdığı anlamlar dolayısıyla çok önemlidir. M.Ö.1350 yıllarında yaşamış olan firavun Amenofis; yani 4.Akhenaton'un karısı olan Nefertiti, çok güzel, akıllı, bilgili ve aynı zamanda azimli ve gururluydu. O, kocasını çok seviyor, karşılığını da görüyordu. Fakat kraliçe mutlu değildi. Gizli bir derdi, elemi vardı. İşte bütün bu özellikleri pembe granitten yapılan büstüne yansıtılmıştır. Bu büstü yapan meçhul heykeltıraş, kraliçenin iç duygularını, gizli dertlerini en yalın şekilde ve gerçekten sapmadan taşa yansıtma marifetini göstermiştir.[4]
Büstü Mısırlı sanatçı Thutmose (Djhutmose) tarafından yapılmıştır. Şu anda Berlin'deki Müzenin Mısır Eserleri bölümünde bulunan bu büst; 1941 yılında Amarna'da keşfedildi.. Büst, badana malzemesi olarak da kullanılan kireçtaşından yapılmıştır. Kraliçenin yüzü, güneş yanığı tonunda; başı, tıraşlı vaziyette; dudakları, kırmızı ve morarmış ( büyük olasılıkla kullanılmış bir sürmeden kaynaklı). Kraliçe Nefertiti'nin büstü, Akhenaton'un kurduğu yeni başkentin yıkıntıları arasında 1912 yılında Ludwig Borchardt isimli bir Alman arkeolog tarafından bulundu. Büstü Berlin'e getirerek özel koleksiyonuna alan arkeolog, 1920 yılında Nefertiti büstünü Berlin'deki Mısır Müzesi'ne hediye etmişti. [3]
Berlin müzelerinin “Mona Lisa”sı olarak büyük bir ilgi ile karşılanan Nefertiti büstüne, Hitler de büyük değer biçiyordu. Hitler kuracağı büyük Almanya'nın başkentinde Nefertiti'ye özel bir yer ayırmayı düşünüyordu. Ancak İkinci Dünya Savası'ndan sonra Berlin'in bölünmesiyle 1956 yılında Nefertiti büstü, kentin batısına taşındı. [3]

Alman arkeologlar, 1912 yılında Mısır'da bulunan ve o zamandan beri Berlin Altes Müzesi'nde sergilenen Neferti'tinin büstünde yaptıkları araştırmada, heykeltıraşın M.Ö 1300'lü yıllarda yaşadığı tahmin edilen kraliçenin büstünü yaparken, ağız bölgesindeki kırışıklıkları yok edip, tümsekli burnunu düzelttiğini anladıklarını belirtti.


Bilim adamları, büstü ilk kez 1992'de CT teknolojisiyle incelenmişti, ancak şimdi son sistem teknoloji ile incelediğinde, büstün ilk halinde oynama yapıldığı, eski şekliyle iç kısımdaki yüzde elmacık kemiklerinin daha az belirgin olduğu, burnun tepesinde bombe, ağızla yanaklarda buruşukluk görüldü. Arkeologlar, ise Nefertiti'nin kireç taşından yapılmış ve kolay kırılabilen yüz büstünde oynama yapılmasının kolay olduğunu düşünüyor.



Daha önce de hep dillere destan güzelliği ile tanınan Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın da sanıldığı kadar güzel olmadığı tespit edilmişti. Uzmanlar değişikliklerin kraliçeyi dönemin güzellik ideallerine yakın hale getirmek üzere yapılabileceğini söylüyor. [5]



Peki Nefertiti'nin özelliği ve önemi nedir? Daha doğrusu gizemi nedir? Niye mutlu değildir?. Bu bilgili ve zeki aynı zamanda güzel kadının hayatı bugün tam olmasa da genel hatlarıyla aydınlanmıştır Nefertiti bir subay kızıdır yani hanedan mensubu bir soylu değildi kocası ile yeni olan ''Aton'' dinini yaymaya çalışmıştır bu dinin esası, birçok tanrı yerine sadece güneş tanrısına tapmaktır.Ama öteki ilahlara tapan rahipler onun bu sapkınlıktan dolayı ceza göreceğini söylediler düştüğü üzücü durumu da bu cezanın gerçekleşmesi olarak gördüler düştüğü üzücü durum ise 6 kız çocuk doğurduğu halde taht varisi olacak bir erkek çocuk doğuramayışıydı mutsuzluğunun gerçek sebebi buydu.[4]

Nefertiti; Firavun IV Amenhotep'in karısıydı. Eski Mısır hanedanlığının 18 sırasında olan ve İ.Ö 1353-1336 yılları arasında hüküm süren firavun Amenhotep, daha sonra ismini Akhenaton olarak değiştirdi. İktidarda olduğu dönem içinde Mısır kültüründe bir devrim gerçekleştirerek Mısır dininde köklü değişiklikler yarattı. Çoklu tanrı inancına sahip olan Mısır halkı da onun etkisiyle tek tanrılı bir inanışa doğru yönelmekteydiler. Kimi tarihçiler, onun dinsel görüşlerinin o dönemde Mısır'da yaşamakta olan bir grup Yahudiye bağlamakta, bir biçimde firavunun Mısır Yahudilerinden etkilendiği görüşünü dile getirmekteler. Akhenaten'un dinsel anlamda hal sunduğu ve kısmen de olsa kabul ettirdiği yenilikler, eski Mısır'ın dini inanışına ve tapınaklarına ilan ilgiliyi azaltmış bu da eski papaz ve diğer din adamlarının halk üzerindeki güçlerinin zayıflamasına yol açmıştı. Bunun sonucunda da Firavun bu yaptıklarıyla, eski Mısır dininin temsilcileri olan papazlarının düşmanlığını üzerine çekmişti. Nefertiti ve Akhenaten'un yaymak istedikleri bu yeni dinsel amaç uğruna eski tapınakların hepsini yıkarak yeni bir başkent inşa ettiler. Bu dönemde mısır sanatı realist diyebileceğimiz bir çizgiye yaklaştı.[3]

Bu konuda zamanın kaynakları Aton dinini getirdikleri için ilahların onlara ceza verip erkek çocuğu vermediğini firavunun da ilahları simgeleyen putları yıktırıp hepsinin yerine Aton kültürünü getirdiğini belirtirler yani ilahların verdiği cezaya isyan eden firavun onların varlıklarını da reddediyor sonuçta Nefertiti ye verilen ceza onu çok derin bir üzüntüye ve mutsuzluğa sevk etmiştir.[4]


Kraliçe Nefertiti o dönemin en güçlü kadınlarından biriydi. Kocası firavun Akhenaton'la aynı eşit haklara sahipti bazı kararları kocasının yerine verebiliyordu. Bir kraliçenin firavunla aynı yetkiye sahip olması mısırda alışılmış bir durum değildi. Bundan Halk ve din adamları rahatsızdı. Çok tanrılı dinden Tek tanrılı dine geçişte eşine verdiği destek yüzünden düşmanları artmıştı. Akhenaton bu dini reformu başaramamıştı ama yinede Akhenaton dünyanın ilk tek tanrılı dine inanan insanı olarak anılır.[2]


Nefertiti, yaşadığı devirden yaklaşık 3000 yıl sonra Rönesans çağında modelinin eserine en iyi yansımasını sağlayan Leonardo da Vinci, ''La Jaconde'' adlı eserinde Nefertiti büstünde olan ifadeye yakın bir ifadeye ulaşmıştır ama bu eser bir tablo olduğu için heykelden daha kolay ifade edilmektedir hem La Joconde (Mona Lisa) hem de Nefertiti de aynı esrarengiz tebessüm ve yüzdeki mahzun,elemli ifadeler göze çarpar ama Nefertiti hem zaman hem de heykel olması açısından daha üstündür.



Bir kraliçenin yaşadığı ıstırap ve sahip olduğu gizli dertlerin bir sanat eserine ustalıkla yansıtılmasıyla oluşan Nefertiti olayı hafızalarda soru işaretleri hem derin düşünceler bırakıyor ve bu efsanevi hikaye gizemini koruyarak bin yıllar öncesini bizlere anımsatıyor demek ki insanın kendi içinde yaşadığı dertler ve onun dışa yansıması insan hayatındaki sırlardan biri ve bu örnekle de somutlaşıyor...bugün daha önce Kahire'den Berlin'e getirilen Nefertiti büstü hala zamana karşı direnmekte ve özelliklerini korumaktadır.[4]



Nefertiti

Ailesi

Firavun Amenhotep IV (Akhenaton) ile evlenme tarihi tam bilinmese de 6 evlatların adı biliniyor.Ancak beşi salgın hastalıktan dolayı ölmüş.Geriye Ankhsenpaaten kalmıştır. Altı kızları:
  1. Meritaten: 2. evlilik yılında (M.Ö. 1348).
  2. Meketaten: 3. evlilik yılında (M.Ö. 1347).
  3. Neferneferuaten Tasherit: 6. evlilik yılında (M.Ö. 1344).
  4. Neferneferure: 9. evlilik yılında (M.Ö. 1341).
  5. Setepenre: 11. evlilik yılında (M.Ö. 1339). [1]

Mumya uzmanı Fletcher, Discovery Channel tarafından yayınlanan açıklamasında, mumyanın Nefertiti'ye ait olabileceği konusunda yalnızca güçlü olasılıklardan söz edebileceğini, 12 yılını Nefertiti'yi aramakla geçirdikten sonra bunun hayatının en inanılmaz deneyimi olduğunu söyledi.


Eski Mısır'ın en güçlü kadınlarından olan Nefertiti'nin mumyasının da bulunduğuna inanılan mezar, Haziran 2002'de Fletcher'ın dikkatini çekti. Mezarda 2 kadın 1 erkek mumyası bulundu. Giysi ve mücevherleriyle Nefertiti'ye ait olduğu sanılan mumyanın, kuğu boynu, kulağındaki çift delik ve tıraşlı başı dikkat çekti. Bilim adamları, mumyanın parmakları arasında bir kraliyet asası ile kolunda yalnızca firavun ve kraliçelerin taktığı kolluk buldular. Bu bulguların da mumyanın Nefertiti'ye ait olduğunu gösterdiği belirtildi.

Discovery Channel, bu konuyu içeren 2 saatlik programını, 17 Ağustos'ta yayınlayacak. Ailesi hakkında kesin bulgular olmasa da Mitanniler'den gelme Asyalı bir prenses olduğu düşünülen Firavun Ahenaton'un karısı Nefertiti, MÖ 14. yüzyılda yaşamıştı. [6]

Nefertiti'nin mumyası, Mısır- Luksor kentinde Krallar Vadisinde Johann Fletcher tarafından bulunmuş. Nefertiti'nin heykellerinde rastlanan kuğu boyun, kulağındaki 2 küpe deliği, parmaklar arasında bulunan kraliyet asası mumyanın Nefertiti'ye ait olduğu kanısındaki şüpheleri tamamen silmiş.Johann Fletcher adli araştırmacı mumyanın ağız kısmında bir darbe olduğunu açıklamış. Mumyaya verilen bu zararın nedeninin; Eski Mısırlılar'ın, var olduğuna inandıkları 2. hayatta bile Nefertiti'nin yaşamasını istemeyecek kadar ondan nefret etmeleri olarak açıklamış. Nefertiti'nin ölümüyle ismi tüm kayıtlardan silinmiş ve mevcut olan tüm resim ve portrelerine zarar verilmiş. Nefertiti'nin doğal bir ölüm sonucu mu öldüğü yoksa bir cinayete mi kurban gittiği sorularını yanıtlayabilecek, günümüze ulaşmış hiçbir belge bulunmamaktadır.




Barnaba İncili

İncil nüshalarından aslına en yakın olanı.

On iki Havari'den biri olup olmadığı ihtilaflı olan Barnaba, aslen Kıbrıslı olup Yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph (Yusuf)'tur. Barnaba ise"teselli oğlu" anlamında ona sonradan verilmiş bir lâkaptır.[1]

Hz. İsa'nın tebliğini yaymaya çalıştığı üç yıllık süre içerisinde zamanının büyük bir kısmını onun yakın takipçisi olarak geçirmiştir. Hz. İsa'dan öğrendiklerini ve duyduklarını bir kitapta topladığı bilinmektedir. Bu kitaba, onun adına izafeten "Barnaba İncili" denilmekte, ancak, kitabını ne zaman yazdığı kesin olarak bilinememektedir.

Barnaba İncili M.S. 325'e kadar İskenderiye kiliselerinde kabul edilmiştir. İsa'nın doğumundan sonraki birinci ve ikinci asırlarda, Tevhidi desteklemiş olan İraneus'un (M.S. 120-200) yazılarında elden ele dolaşmıştır. M.S. 325'te meşhur İznik Konsülü toplandı. Teslis akîdesi, Pavlos Hıristiyanlığının resmi doktrini olarak ilân edildi. Kilisenin resmi İncilleri olarak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri seçildi. Barnaba İncili de dahil geri kalan bütün İncillerin okunması ve elde bulundurulması yasaklandı. Barnaba İncili hakkında sürdürülen bu yasaklama kararları, ileriki tarihlerde de devam etti. M.S. 366'da Papa Damasus'un M.S. 304-384'te, İncil'in okunmaması için bir karar çıkarttığı söylenmektedir. Bu karar M.S. 395'te ölen Kaesaria Piskoposu Gelasus tarafından da desteklendi. Onun Apokrifal kitaplar listesinde Barnaba İncili de vardı. Apokrifa, basitçe "halktan gizlenmiş" demektir. Papa'nın, yasaklanmış kitaplar listesine Barnaba İncili'ni de almış olması, en azından, İncil'in varlığını göstermektedir. Ayrıca Papa'nın, M.S. 383'te Barnaba İncili'nin bir kopyasını ele geçirdiği ve kendi özel kütüphanesinde sakladığı da bir gerçektir.[2]
Barnaba İncili hakkında çıkartılan bütün bu yasaklama kararları ve İncil'in okunmaması için alınan tedbirler pek başarılı olamadı. İncil, günümüze kadar varlığını sürdürdü. Onun günümüze kadar gelmesini sağlayan Fra Marino adında bir keşiş olmuştur. Şöyle ki:

Barnaba İncili'nin İngilizce çevirisinin yapıldığı el yazması, Papa Sextus(1589-1590)'ta bulunuyordu. Sextus, İncil'den geniş çapta faydalanmış olan İraneus'un yazılarını okuduktan sonra İncil ile yakından ilgilenen Fra Marino ile arkadaş oldu. Birgün Marino, Sextus'u ziyarete gitti. Birlikte öğle yemeği yediler. Yemekten sonra Papa uykuya daldı. Keşiş Marino, Papa'nın özel kütüphanesindeki kitapları gözden geçirmeye başladı ve Barnaba İncili'nin İtalyanca el yazmasını ele geçirdi. İncil'i elbisesinin yeni içerisine gizleyerek oradan ayrıldı ve Vatikan'a geldi. Bu yazma, daha sonra, Amsterdam'da büyük bir ün ve otorite sahibi, hayatı boyunca bu esere büyük bir değer verdiği bilinen bir şahsa ulaşıncaya kadar elden ele dolaştı. Onun ölümünden sonra da Prusya Kralı temsilcisi J.E. Kramer'in eline geçti. 1713'de Kramer bu yazmayı, kitaplar uzmanı meşhur Savoy'lu Prens Eugen'e takdim etti. 1738'de, kütüphanesi ile birlikte bu yazma da Viyana'daki Hofbibliothek'e nakledildi ve halen oradadır. Erken kilise tarihçilerinden önemli bir zat olan Toland, bu yazmayı incelemiş ve ölümünden sonra 1747'de basılmış olan muhtelif çalışmalarında ona atıflarda bulunmuştur. İncil hakkında şöyle der: "Bu, tıpkı kutsal bir kitap görünümündedir." [3]

Barnaba İncili'nin İtalyanca el yazması Canon ve Mrs. Ragg tarafından İngilizce'ye çevrildi ve 1907'de Oxford Üniversitesi matbaasında basıldı ve yayımlandı. İngilizce çevirinin hemen tamamı aniden ve gizemli bir şekilde piyasadan kayboldu. Bu çeviriden yalnız ikisinin varlığı bilinmektedir: Biri British Museum'da, diğeri de Washington Kongre Kütüphanesi'ndedir. Kongre Kütüphanesi'nden kitabın bir mikro-film kopyası ele geçirildi ve İngilizce çevirinin yeni bir baskısı Pakistan'da yapıldı. Bu baskının bir kopyası, gözden geçirilmiş yeni bir baskı amacıyla kullanıldı.[4]

Barnaba İncili yirminci yüzyılın başında, Mısır'da, Dr. Halil Seâde tarafından Arapça'ya çevrilmiş ve esere bir de mukaddime yazılarak Muhammed Reşid Rıza tarafından da neşredilmiştir.[5]

Son zamanlarda ülkemizde de İncil'in izlerine rastlandığı ve üzerinde bazı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir: Bunlardan biri, Abdurrahman Aygün'ün "İncil-i Barnaba ve Hz. Peygamber Efendimiz Hakkındaki Tebşîrâtı" isimli basılmamış eseridir. Eser 1942'de yazılmıştır.[6] Yine 1984'te Hakkari civarında bir mağarada, Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken yakalandığı da bilinmektedir. [7] Ayrıca, "Barnaba İncili" adıyla Mehmet Yıldız tarafından İngilizce'den dilimize çevrilen bir eser de 1988 yılı içerisinde Kültür Basın Yayın Birliği tarafından neşredilmiştir.

Barnaba İncili'nin diğer dört İncil'den ayrıldığı en önemli noktalar şunlardır:
1. Barnaba İncili, Hz. İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.
2. Hz. İbrahim'in kurban olarak takdim ettiği oğlu Tevrat'ta belirtildiği ve Hıristiyan inançlarında anlatıldığı gibi İshak değil, İsmâil (a.s.)'dır.
3. Beklenen Mesih Hz. İsa değil Hz. Muhammed'dir.
4.Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, Yahuda İskariyoth adında biri ona benzetilmiştir.[8]

Dipnotlar

[1] Kitabı Mukaddes, Resullerin İşleri, IV, 36-37; Encyclopedia Britannica, U.S.A. 1970, III,171: Türk Ansiklopedisi, İstanbul 1967, V, 265.
[2] Muhammed Ataurrahim, Jesus Prophet of İslâm, England 1977, s. 39-41.
[3] Ataurrahim, a.g.e, s. 41-42.
[4] Ataurrahim, a.g.e., s. 42.
[5] Ahmed Şelebî, Mukârenetü'l-Edyân, Mısır 1984, II, 215.
[6] Bknz. Osman Cilacı, "Barnaba İncili Üzerine Bir Türkçe Yazma ", Diyanet Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık,1983, cilt:19, sayı: 4, s. 25-35.
[7] Bknz. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94.
[8] Muhammed Ebu Zehre, Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, Trc. Âkif Nuri, İstanbul 1978, s. 105-107.